21 Eylül 2012 Cuma

BLOG YAZARI OLMAK,SORUMLULUKTUR.


Son yıllarda hayli rağbet gören, ilgiyle takip edilen bloglar ve gün geçtikçe artan blog yazarları hepimizin malumu. Yalnız görünen o ki, bloglar konusunda en büyük yanılgı onların yalnızca süs püs, gezme tozma, makyaj giyim kuşam konularıyla ilgilendiğidir. Esasen bir çok blog yazarı da bu yanılgıya düşmekle birlikte, nadiren, toplumsal bilincin uyandığı zamanlarda sosyal sorumluluk projelerinin duyurulmasında yer almışlardır. En belirgin örneği kanser hastası olan Gamze Akbaş örneğidir. Gamze Akbaş' ın uygun iliği bulabilmesi için tv lerde olduğu gibi bloglarda da duyurular yapılmış, konu gündemde tutulmuştur.
Bu örnek blog yazarlarının elinde nasıl büyük bir imkan olduğunu, küçük büyük topluluklara ulaşabilme, hitap edebilme imkanı sayesinde belli konuları duyurabilme fırsatları olduğunu ortaya koydu.
Blog yazmaya başladığımdan bu yana aklımın bir köşesinden hiç çıkarmadığım konu da; her zaman SOSYAL SORUMLULUK projelerini duyurmak, desteklemekti. Dünyamızın ve ülkemizin her anlamda talan edildiği, doğal güzelliklerinin yok edildiği, doğal kaynaklarının fütursuzca harcandığı günlerde, yalnızca makyaj kozmetik, gezme eğlenme, tak takıştır sür sürüştür mevzularında hayatını sürdürmek, fazla bencilce fazla düşüncesizce bir davranış olurdu.
Son dönemlerde yoğun bir şekilde uğraşılan, eğer önüne geçilmezse çok ciddi sonuçlara neden olabilecek iki projeden ve bunlara karşı direnme gerekliliğinden bahsetmeliyim.
Öncelikle ülkemizde kurulması planlanan HES projeleri. Sosyal medyada, gazetelerde, haberlerde hiçbir şekilde yer alamayan, yerel halkın direnişi ile engellenmeye çalışılan bu projeler, şirket sahiplerinin iddia ettiği gibi saf ve masum, iyilik projeleri değil ne yazık ki.
Sözde hidroelektrik enerji üretimi iddiası ile, büyük iş adamları, tekstil firması sahipleri Türkiye üzerindeki bütün dereleri, akarsuları paylaştı. Bu projelerin amacı, doğal su kaynaklarının parsellenmesi, akarsuların, su havzalarının satın alınması, bu akarsuların geçtiği bütün toprakların da söz konusu şirketlerin malvarlığına dahil edilmesi. Doğal yatağında akan sular, deyim yerindeyse paketlenerek, borular içerisinde akıtılacak, parası olan parası ile bu sudan faydalanabilecek. Bir başka büyük problem olan iklimsel değişiklik ve küresel ısınmanın sonucunda, doğal kaynak SU yun en önemli zenginlik rezervi olduğuna kanaat getiren firma sahipleri, HES projeleri ile sularıni toprakların sahibi olma amacında.
 Bu anlatımlara bakıp da sanıldığı kadar olumsuz sonuçları yokmuş diye düşünmeyin sakın. Akarsu yatağından alınarak paketlenen su, geçtiği topraklardan aldığı doğal mineral kaynaklarından mahrum kalacak, hava ile etkileşime girmeden oksijen olmaksızın verimsiz, sağlıksız bir sıvı haline gelecektir. Üstelik bütün bu kaynakların dere yatağından alınması sonucu başta balıklar olmak üzere tüm canlı türlerinin nesli tükenecek, her bir üyesinin büyük değer taşıdığı eko sistem çökecek,verimli topraklar ortadan kalkacak, tarım yapılamaz hale gelecektir. Tarımın yapılamaması ise, bugün bile tatsız dediğiniz o domates, salatalıkların, meyve sebzelerin üretilemez hale gelmesi sonucunu doğuracaktır. Bu konuda daha anlatılacak çok söz olmasına rağmen, bunca derin, geri dönüşü olmayan sonuçları olan korkunç planların tamamen burada anlatılması pek mümkün değil malumunuz.
 Benim burada anlatmamdan ziyade, sizlerin konuya ilgi duyması, araştırması, öğrenmesi, çevresindekilere de duyurması, kısacası TOPLUMSAL BİLİNCİN uyanmasını sağlaması daha önemli. Toplumsal bilincin uyanabilmesi için, halka mal olmuş onlarca sanatçının SES VER adı altında yayınladığı HES karşıtı video yu izlemenizi öneririm.

Tarım alanlarına göz diktiler dedim ya,sanıyor musunuz ki bu alanları kurtardığımızda rahatlayacağız? Ne yazık ki hayır, verimli tarım alanlarında yetiştirilen bizler daha da önemlisi gelecek nesiller için, çocuklarımız için vazgeçilmez vitamin ve mineral kaynağı olacak sebze-meyvelerin doğasına da göz diktiler.
Green Peace in YEMEZLER sloganı ile yürüttüğü kampanya kapsamında, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ın hayatımıza sokulması sonucunda bütün beden sağlığımızın elden gitmesi an meselesi. Bir yandan organik gıda adı altında doğal ürünlere normalinden 4-5 katı ücret veren insanımız, konu doğal hali bozulan, genetiği değiştirilen sebze meyvelere gelince tepki vermekten geri duruyor. Bu girişimi engeller ve önünü kesersek, ne yana yana organik gıda aramamıza gerek kalacak ne de mevsiminde yediğimiz sebze-meyveden tad alamamaktan şikayetçi olacağız.
Bir canlıdaki genetik özelliklerin kopyalanarak bu özellikleri taşımayan bir canlıya aktarılması sonucunda üretilen yeni canlıya Genetiği Değiştirilmiş Organizma deniyor. Genlere müdahale edilerek bitkilerin LEZZET, BESLEYİCİLİK özelliklerine müdahale edilebiliyor. Mutlaka piyasada lanse edilme şekli, daha tatlı, daha lezzetli, daha vitaminli mineralli, mutlaka daha besleyici şeklinde olacaktır. Ancak ülkemizde bu tür düzenlemelerin, tüketicinin yararından ziyade üreticinin ve satıcının cebini doldurmaya yönelik amaçlar ve önlemlerle yapıldığını bilmeyen yoktur sanırım artık. Önceliklerin, halk sağlığı, gelecek nesillerin beslenmesi, sağlığı değil de, satıcıların kazancının arttırılması olduğu durumlarda sonuçların ne kadar vahim olacağını tahmin etmek çok da zor olmasa gerek.
Üstelik henüz yeterli araştırma ve inceleme yapılmaksızın bu ürünlerin üretimine izin verilmesi; geniş bir laboratuar yaratmaktan, koca bir ülkeyi, tüm ülke halkını denek olarak kullanmaktan başka bir şey değildir. GDO ların şu ana kadar TESPİT EDİLEBİLMİŞ zararları; insan bünyesinde,alerjik reaksiyona neden olup,antibiyotik direncini zayıflatıp, toksik etki yaratırken ekosistem açısından değerlendirme yaptığınızda ise, normal ve organik tarımı tehdit ettiğini, biyoçeşitliliği, canlı türlerini yok ettiğini görebiliyoruz.
Bu konular benim anlatmamla bitebilecek mevzular değil. En güzeli sizlerin, hangi firmanın, hangi kurumun kampanyası olursa olsun, sevdiğiniz faaliyetlerini ilgiyle takip ettiğiniz kuruluşun varsa bu alanlardaki faaliyetlerini takip etmeniz, ama hep belirttiğim gibi en önemlisi çevremizdekilere duyurmak. Bu dergide, blog aleminde moda, kozmetik, oje, boya, saç, tak takıştır sür sürüştür konularına alışkın olduğunuzu ve bu nedenle bu yazıyı yadırgadığınızı tahmin edebiliyorum. Hatta yazının sonuna kadar okumuş olma ihtimaliniz konusunda da ciddi endişelerim mevcut. Ben de isterdim eğlenceli, renkli konularda yazmayı,böyle ciddi ve sevimsiz konularla canınızı sıkmış olabilirim. Ancak yazının başında, yazının amacında da dediğim gibi, blog yazarı olmak sorumluluktur, sesinizi duyurabildiğiniz kitlere, bildiklerinizi, ciddi konuları aktarma sorumluluğunun üstlenilmesidir. Elimizden geldiğince bu sorumluluğu yerine getirmeli; bugün ne giysem yarın ne sürsem derdine düşebilmemiz için öncelikle daha ciddi problemleri ortadan kaldırmamız gerekiyor.

Unutmayın; sizlerin de desteği ile, yerel halkın direnişi ile bu tür projeler rafa kaldırılabilir, halk sağlığı ülkenin doğal kaynakları korunabilir, gelecek nesillerimiz bizler gibi bu dünyada mutlu bir ömür sürebilir.

2 yorum:

  1. çok güzel yaralara parmak basmışsın cnm, kutluyorum seni duyarlılığından ötürü...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. teşekkür ederim,ama önemli olan hepimizin birlik olarak bu konulara gereken özeni göstermesi,duyurması ;)

      Sil