Son
yıllarda hayli rağbet gören, ilgiyle takip edilen bloglar ve gün
geçtikçe artan blog yazarları hepimizin malumu. Yalnız görünen
o ki, bloglar konusunda en büyük yanılgı onların yalnızca süs
püs, gezme tozma, makyaj giyim kuşam konularıyla ilgilendiğidir.
Esasen bir çok blog yazarı da bu yanılgıya düşmekle birlikte,
nadiren, toplumsal bilincin uyandığı zamanlarda sosyal sorumluluk
projelerinin duyurulmasında yer almışlardır. En belirgin örneği
kanser hastası olan Gamze Akbaş örneğidir. Gamze Akbaş' ın
uygun iliği bulabilmesi için tv lerde olduğu gibi bloglarda da
duyurular yapılmış, konu gündemde tutulmuştur.
Bu
örnek blog yazarlarının elinde nasıl büyük bir imkan olduğunu,
küçük büyük topluluklara ulaşabilme, hitap edebilme imkanı
sayesinde belli konuları duyurabilme fırsatları olduğunu ortaya
koydu.
Blog
yazmaya başladığımdan bu yana aklımın bir köşesinden hiç
çıkarmadığım konu da; her zaman SOSYAL SORUMLULUK projelerini
duyurmak, desteklemekti. Dünyamızın ve ülkemizin her anlamda
talan edildiği, doğal güzelliklerinin yok edildiği, doğal
kaynaklarının fütursuzca harcandığı günlerde, yalnızca makyaj
kozmetik, gezme eğlenme, tak takıştır sür sürüştür
mevzularında hayatını sürdürmek, fazla bencilce fazla
düşüncesizce bir davranış olurdu.
Son
dönemlerde yoğun bir şekilde uğraşılan, eğer önüne
geçilmezse çok ciddi sonuçlara neden olabilecek iki projeden ve
bunlara karşı direnme gerekliliğinden bahsetmeliyim.
Öncelikle
ülkemizde kurulması planlanan HES projeleri. Sosyal medyada,
gazetelerde, haberlerde hiçbir şekilde yer alamayan, yerel halkın
direnişi ile engellenmeye çalışılan bu projeler, şirket
sahiplerinin iddia ettiği gibi saf ve masum, iyilik projeleri değil
ne yazık ki.
Sözde
hidroelektrik enerji üretimi iddiası ile, büyük iş adamları,
tekstil firması sahipleri Türkiye üzerindeki bütün dereleri,
akarsuları paylaştı. Bu projelerin amacı, doğal su kaynaklarının
parsellenmesi, akarsuların, su havzalarının satın alınması, bu
akarsuların geçtiği bütün toprakların da söz konusu
şirketlerin malvarlığına dahil edilmesi. Doğal yatağında akan
sular, deyim yerindeyse paketlenerek, borular içerisinde akıtılacak,
parası olan parası ile bu sudan faydalanabilecek. Bir başka büyük
problem olan iklimsel değişiklik ve küresel ısınmanın
sonucunda, doğal kaynak SU yun en önemli zenginlik rezervi olduğuna
kanaat getiren firma sahipleri, HES projeleri ile sularıni
toprakların sahibi olma amacında.
Bu
anlatımlara bakıp da sanıldığı kadar olumsuz sonuçları yokmuş
diye düşünmeyin sakın. Akarsu yatağından alınarak paketlenen
su, geçtiği topraklardan aldığı doğal mineral kaynaklarından
mahrum kalacak, hava ile etkileşime girmeden oksijen olmaksızın
verimsiz, sağlıksız bir sıvı haline gelecektir. Üstelik bütün
bu kaynakların dere yatağından alınması sonucu başta balıklar
olmak üzere tüm canlı türlerinin nesli tükenecek, her bir
üyesinin büyük değer taşıdığı eko sistem çökecek,verimli
topraklar ortadan kalkacak, tarım yapılamaz hale gelecektir.
Tarımın yapılamaması ise, bugün bile tatsız dediğiniz o
domates, salatalıkların, meyve sebzelerin üretilemez hale gelmesi
sonucunu doğuracaktır. Bu konuda daha anlatılacak çok söz
olmasına rağmen, bunca derin, geri dönüşü olmayan sonuçları
olan korkunç planların tamamen burada anlatılması pek mümkün
değil malumunuz.
Benim
burada anlatmamdan ziyade, sizlerin konuya ilgi duyması,
araştırması, öğrenmesi, çevresindekilere de duyurması,
kısacası TOPLUMSAL BİLİNCİN uyanmasını sağlaması daha
önemli. Toplumsal bilincin uyanabilmesi için, halka mal olmuş
onlarca sanatçının SES VER adı altında yayınladığı HES karşıtı video yu izlemenizi öneririm.
Tarım
alanlarına göz diktiler dedim ya,sanıyor musunuz ki bu alanları
kurtardığımızda rahatlayacağız? Ne yazık ki hayır, verimli
tarım alanlarında yetiştirilen bizler daha da önemlisi gelecek
nesiller için, çocuklarımız için vazgeçilmez vitamin ve mineral
kaynağı olacak sebze-meyvelerin doğasına da göz diktiler.
Green
Peace in YEMEZLER sloganı ile yürüttüğü kampanya kapsamında,
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar ın hayatımıza sokulması
sonucunda bütün beden sağlığımızın elden gitmesi an meselesi.
Bir yandan organik gıda adı altında doğal ürünlere normalinden
4-5 katı ücret veren insanımız, konu doğal hali bozulan,
genetiği değiştirilen sebze meyvelere gelince tepki vermekten geri
duruyor. Bu girişimi engeller ve önünü kesersek, ne yana yana
organik gıda aramamıza gerek kalacak ne de mevsiminde yediğimiz
sebze-meyveden tad alamamaktan şikayetçi olacağız.
Bir
canlıdaki genetik özelliklerin kopyalanarak bu özellikleri
taşımayan bir canlıya aktarılması sonucunda üretilen yeni
canlıya Genetiği Değiştirilmiş Organizma deniyor. Genlere
müdahale edilerek bitkilerin LEZZET, BESLEYİCİLİK özelliklerine
müdahale edilebiliyor. Mutlaka piyasada lanse edilme şekli, daha
tatlı, daha lezzetli, daha vitaminli mineralli, mutlaka daha
besleyici şeklinde olacaktır. Ancak ülkemizde bu tür
düzenlemelerin, tüketicinin yararından ziyade üreticinin ve
satıcının cebini doldurmaya yönelik amaçlar ve önlemlerle
yapıldığını bilmeyen yoktur sanırım artık. Önceliklerin,
halk sağlığı, gelecek nesillerin beslenmesi, sağlığı değil
de, satıcıların kazancının arttırılması olduğu durumlarda
sonuçların ne kadar vahim olacağını tahmin etmek çok da zor
olmasa gerek.
Üstelik
henüz yeterli araştırma ve inceleme yapılmaksızın bu ürünlerin
üretimine izin verilmesi; geniş bir laboratuar yaratmaktan, koca
bir ülkeyi, tüm ülke halkını denek olarak kullanmaktan başka
bir şey değildir. GDO ların şu ana kadar TESPİT EDİLEBİLMİŞ
zararları; insan bünyesinde,alerjik reaksiyona neden
olup,antibiyotik direncini zayıflatıp, toksik etki yaratırken
ekosistem açısından değerlendirme yaptığınızda ise, normal ve
organik tarımı tehdit ettiğini, biyoçeşitliliği, canlı
türlerini yok ettiğini görebiliyoruz.
Bu
konular benim anlatmamla bitebilecek mevzular değil. En güzeli
sizlerin, hangi firmanın, hangi kurumun kampanyası olursa olsun,
sevdiğiniz faaliyetlerini ilgiyle takip ettiğiniz kuruluşun varsa
bu alanlardaki faaliyetlerini takip etmeniz, ama hep belirttiğim
gibi en önemlisi çevremizdekilere duyurmak. Bu dergide, blog
aleminde moda, kozmetik, oje, boya, saç, tak takıştır sür
sürüştür konularına alışkın olduğunuzu ve bu nedenle bu
yazıyı yadırgadığınızı tahmin edebiliyorum. Hatta yazının
sonuna kadar okumuş olma ihtimaliniz konusunda da ciddi endişelerim
mevcut. Ben de isterdim eğlenceli, renkli konularda yazmayı,böyle
ciddi ve sevimsiz konularla canınızı sıkmış olabilirim. Ancak
yazının başında, yazının amacında da dediğim gibi, blog
yazarı olmak sorumluluktur, sesinizi duyurabildiğiniz kitlere,
bildiklerinizi, ciddi konuları aktarma sorumluluğunun
üstlenilmesidir. Elimizden geldiğince bu sorumluluğu yerine
getirmeli; bugün ne giysem yarın ne sürsem derdine düşebilmemiz
için öncelikle daha ciddi problemleri ortadan kaldırmamız
gerekiyor.
Unutmayın;
sizlerin de desteği ile, yerel halkın direnişi ile bu tür
projeler rafa kaldırılabilir, halk sağlığı ülkenin doğal
kaynakları korunabilir, gelecek nesillerimiz bizler gibi bu dünyada
mutlu bir ömür sürebilir.
çok güzel yaralara parmak basmışsın cnm, kutluyorum seni duyarlılığından ötürü...
YanıtlaSilteşekkür ederim,ama önemli olan hepimizin birlik olarak bu konulara gereken özeni göstermesi,duyurması ;)
Sil